MİNYATÜR SANATI

MİNYATÜR SANATI



MİNYATÜR SANATININ TARİHÇESİ



M.Ö 2. Yy’ da Mısırlılar’a ait papirüs yaprakları üzerinde resimler bulunmuş; fakat bu kâğıda iyi resim yapılamadığı ve korunamadığı için zamanımıza fazla örnek kalmamıştır. Yunan ve Roma uygarlıklarında da el yazmalarına değer verilmiş, deri üzerine resim yapmışlardır. Orta Asya Türk şehirlerinde yapılan arkeolojik kazılarda, milattan birkaç yüzyıl öncesine ait minyatürlü el yazma kitap ve resimler bulunmuştur.

Minyatür, M.S. , 2.yy’da Mani dinine mensup olanlar tarafından Orta Asya’da yayılmıştır. Mani mabetlerinde saklanan ve ayinlerde kullanılan sancaklar, sayfalar ve büyük resimler vardır. Uygurlar zamanından kalan minyatürler ‘‘Maniheist’’ yazmalardan sayfalar, dini ve dünyevi sahneleri canlandırır.

Bu minyatürler, İslâm minyatürünün de kaynağı olmuştur. 8.yy’da Uygur Türklerinin çok ileri bir kitap ve minyatür sanatları olduğu, kalan sayılı eserden ve kaynaklardan anlaşılmaktadır. Selçuklu duvar resimleri ile birlikte minyatürler 9.yy’da daha ilk bakışta Çin resminden ayrılan karakteristik bir Orta Asya Türk resim üslûbunu açıkça gösterir. İlk İslâm minyatürleri kaybolmuştur. Uygur resim ve minyatür üslûbu zamanla birçok değişiklik geçirmiş; fakat esasları bozulmadan 15.yy ortalarına kadar devam etmiştir.
Orta Asya’dan bu sanatı batıya getirerek Gazne, Rey, Keşan, Musul ve Anadolu’ya yerleştirilmiştir. Müslüman sanatçıların, hangi milletten olduğu çoğu zaman tespit edilememiştir. Türk olduğu halde Arap ve İranlı ismi taşıyan ressamların sayıları çoktur. Türk – İran minyatürlerini yakından incelersek en meşhur üstâdların Belh, Horasan, Herat ve Buhara’lı olduklarını görürüz. Orta Asya ve Türkistan’da doğan bu sanat, Hindistan ve İran’a geçerek yeni birer ekol olmuşlardır. Fakat Arap ve Türk minyatürleri çok farklı karakterdedirler.
Minyatür olarak Selçuklu üslûbunu gösteren eserler 12.yy sonlarından itibaren görülmeye başlanmıştır. İslâmiyet devrinde Türklerin yaptığı eserler; resim yasak olmasına rağmen, dini karakterler taşımayan resimlere karşı hoşgörülü davranılması ile tarih ve ilim kitapları minyatürlenmiştir. Anadolu, Suriye, Mısır bölgelerinde ‘‘Selçuklu çığır’’ denilebilecek bir dönem yaşarken 13. Yy sonu – 14.yy başında İlhanlılar’ın Hakimiyeti ile Uygur ressamları minyatür sanatında parlak bir dönem başlatmış, Merga ve Tebriz gibi merkezlerde Uygurlu sanatçıların elinde minyatür sanatının şâheserleri meydana gelmiştir.

MİNYATÜRDE İŞLENEN KONULAR



Minyatür sanatı önceleri el yazma kitapları süslemek, yazılan konu hakkında bilgi vermek amacıyla ortaya konulsa da sonraki dönemlerde saraydaki olayları, seferleri resmetmek için gelişmiştir. Bugün bu minyatürler kıymetli birer tarihi belge özelliğindedir. Minyatür; genel olarak zamanın örf ve âdetlerini, giyim kuşamı, Osmanlı Türk tarihini anlatır.

Bahçe resmi yapan “tarrah” portre yapan “şebihvist” olarak anılırdı. Ayrıca el yazma eserleri bezeyene“müzehhip”, cetvelleri çekene “cetvelkeş”, boya hazırlayana “renkzen”denir.
Seferler, Saray yaşamı, Portreler, Topkapı Sarayı, Şenlikler, Edebi Eserler, Dini olaylar, Doğa ve kent görünümleri,
Günlük yaşam sahneleri, Doğa Üstü Yaratıklar, Kadın ve Erkek Tasvirleri minyatür’de işlenen konulardır.

Minyatür Sanatında Kullanılan Malzemeler



1 ) Boya: Osmanlı Dönemi Sanatçıları, toprak boyalar kullanmış , renklerin karışmaması için yumurta sarısı eklenerek boyanın kağıda sabitlenmesi sağlanırmış. Daha sonraları bir miktar tutkal, birkaç damla üzüm suyu karıştırılarak kuruyan boyanın suyla tekrar açılması sağlanırmış. Günümüzde Alman (Schmincke) İngiliz(Winsor & Newton) ve Rus(St. Petersburg) profesyonel suluboyalar kullanılmakta. Ayrıca boyayı sabitlemek için çeşitli medium’lar bulunuyor. Zemin boyamalarında akrilik boyalardan faydalanılmakta. (tam örtücü olmalı) mürekkep de kullanılan malzemelerden.

2) Fırça: Osmanlı döneminde 3 ay’a kadar olan kedi yavrularının gıdı tüyleri fırça yapımında kullanılırmış. Artık sanat malzemeleri satan dükkanlarda çok kaliteli ve iyi sonuç veren fırçalar bulunuyor. Tercihen DaVinci_10 serisi ve “Winsor Newton-7 serisi”. Fırça nasıl seçilmeli? Dibi etli, kılları uzun, ışıkta bakıldığında ucu sıfırda bitmeli. Tek, uzun bir kılı olmalı, buna kılavuz kıl denir.
3) Kağıt: Eski yöntemlerle kağıt hâlâ yapılmakta. “Aher ve Murakka” minyatürün olmazsa olmazı. Ebrû yapılmış kağıtlar da bir çok sanatçının tercihi. Şekersiz nişasta suyla boza kıvamında pişer, soğur, kağıda sürülür. Kurutulup mührelenir (parlatma). Bu kağıda “ aherli kâğıt”denir. Bir başka yöntem de yumurta akı şap ile kestirildikten sonra kağıda sürülüp kurutulur ve mührelenir. Şap ve şekersiz nişasta kullanılması kurtların zaman içinde kağıttan uzak durmasını sağlar. Aherli kağıtlar “murakka” denen yöntemle boyamaya hazır hale getirilir. Her minyatür sanatçısı kağıdını ve murakkasını kendi yapabilir yada zaman kazanmak için hazır alır. Murakka yapılmış kağıdın avantajı yanlış yapıldığında kolay silinebilir olmasıdır. Bir kişilik yani tek kağıt için: 2 kaşık nişasta, 1 jelatin tablet ideal ölçüdür. Kağıt Tavlama: Islattıktan sonraki uzama sürecidir. Uzayamaz duruma gelince kağıt “tavlanmış” demektir. Asitsiz(kraft) kağıt çeşitli doğal malzemelerle boyanır, gerilerek kurutulur. Tek kat olduğu gibi birkaç kat üstüste de yapılabilir. Daha sonra mührelenir. Murakka yapılmış kağıt, boya ile ıslandıkça dönmez.

Minyatür Sanatının Önemli Ustaları



Minyatür sanatında birçok yetenekli nakkaş olmasına rağmen bazıları hem tarzıyla hem de getirdikleri yeniliklerle göze çarpar. Dönemlerinde bu sanata değer katmışlardır. Aşağıdak tanıttığım 3 nakkaş, yaşadıkları devirde yaptıkları yeniliklerle beni en çok etkileyen sanatçılardır.

Ali Üsküdâri:
2. Mustafa, 3. Ahmed, 1 Mahmud, 3. Osman, 3.Mustafa devirlerini yaşamıştır.18. yy. başlarında Sultan 3. Ahmet zamanında en güzel eserleri vermiş olan nakkaş çiçek resimlerinin yanı sıra lâke kubur (silindirik kutu), sadak ve lâke cilt de yapmıştır. Hem hataîlerle yarattığı geleneksel süsleme üslûbuyla hem de natüralist çiçek üslûbuyla son derece zarif eserler vermiştir. Gölgelendirme yaptığı çiçekleri genellikle tek tek çalışmış, bazen de yanına çiğdem, menekşe gibi küçük bir çiçek ekleyip kurdele ile bağlı olarak göstermiştir. Osmanlı sanatında saz üslûbunun ilk temsilcisi olan “Şahkulu”nun üslûbuna kendine has yorum katmış çok seçkin örnekler vermiştir. Havalı boyamayı (çift tahrir) hemen bütün eserlerinde kullanmıştır. Çok iyi bir müzehhip olan nakkaşın bizi ilgilendiren özeliği “çiçek ressamlığı”dır. Yaşadığı dönemin sanat anlayışını yansıtan hem doğal hem de yarı stilize edilmiş çiçekler eserlerinde ön plana çıkar. Çiçeklerin doğal yapıları korunarak, gerçekçi gözle resmedilmiş, tarama ve noktalamalarla hacimlendirilmiştir.(Sümbülnâme 1736) “Mecmû-i Gazeliyyât” 1727 tarihli ve herbiri ayrı sayfada yer alan 30 çiçek resmi içeren şiir kitabıdır. Çiçeklerin herbiri 61x177mm ebatlarındadır. Ayrıca 40 çeşit sümbül minyatürünün yer aldığı “Sümbülnâme” önemli eserleridir.


Matrakçı Nasuh el Silâhî:

Osmanlı minyatüründe yeni bir tasvir türünün yaratıcısıdır. Aynı zamanda kağıttan kaleler yapmada usta, matematikçi, hattat ve yazardır. “Matrak” denilen ve o devirde sevilen bir oyunun da mûcididir. Kanunî’nin Irak ve İran’a yaptığı seferlerde kendisine eşlik ederek, geçilen güzergâhtaki liman, kale ve kentleri kısmen kuş bakışı ve yarı topografik bir görünümde, figürsüz olarak resmetmiştir. “Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irakeyn” adlı eseri Kanûni Sultan Süleyman döneminde gelişen gerçekçilik akımına uymaktadır. Bu tarzı ilk uygulayan sanatçıdır yani tam bir Rönesans tipidir. Kitabın yazarı ve ressamı olan Matrakçı İstanbul’dan hareket eden ordunun konakladığı yerleri anlatır ve resimler. Son eseri ise “Tarih-i Feth-i Şikloş ve Estergon ve Estonibelgrad ”tır. Eserlerindeki herbir resmin belge niteliğinde olduğu araştırmalarda tespit edilmiştir. Sadece kentlerin görünümü değil, çöl olan araziler ve bitki dokusu da işlenmiş, yaşayan hayvanlar dahil gösterilmiştir.


Levnî:
Lâle Devri olarak bilinen dönemde “Levnî” mahlaslı Abdülcelil Efendi öne çıkmıştır. Edirne’de doğmuş, devşirme olarak saraya girmiş ve zamanın ünlü nakkâşlarından ders almıştır. Kısa sürede saraya nakkâşbaşı olmuştur.
Eserlerinde bilinen resim anlayışının dışına çıktığı görülmektedir. Minyatürlerinde Batı resminin etkisi az da olsa hissedilir. Arka plandaki doğru perspektif ile çizilmiş binalar, gittikçe küçülen ağaçlar bu hissi vermektedir. Seçtiği konularda renk uyumu, hareket kıvraklığı, değişik ifadelerdeki yüzler hayranlık uyandırıcıdır.
Döneminde ilk Türk matbaasının da kurulmuş olması sanatını etkilemiştir. Geleneksel kalıpları yeni bir anlayışla yorumlamıştır. 48 kadın ve erkek tasviri içeren bir albüm yapmıştır. Figürleri çiçeklerle süslenmiştir. Bazen bir kadının hotozunda, bazen de bir erkeğin elinde. Bununla da yetinmeyerek giysilerinde, giysilerdeki oyalarda, hep çiçek vardır.
“Silsilenâme”, Sultan Osman’dan 3. Ahmed’e kadar olan padişahların portrelerini içerir. “Surnâme-i Vehbi”de ise 137 minyatürü vardır. 3. Ahmed’in 4 şehzâdesinin sünnet şölenini anlatır. O da bir Rönesans tipidir.